22 Şubat 2010 Pazartesi

Ege'nin doğum macerası























Canım oğlum Ege 21 Şubat 2008 günü doğdu. Dün onun 2. yaşını kutladık sevdiklerimizle. Bugünse doğum günü fotoğraflarını paylaşmak yerine onun doğum günü macerasını yazmak istiyorum. Daha doğrusu önceden kaleme alınmış bir anıyı paylaşmak... Prematüre olması nedeniyle bizi korkuyla telaşlandıran, sonrasında da zorlu bir sürece sokan bu küçük adamın doğum macerası;





25 Şubat 2008 19.50

Egecim,

Bu senin doğum maceran(!)...

19 Şubat 2008 Salı günü öğleden sonra babanın bürosuna gittim. Akşam "Macbeth" adlı operaya gidecektik.
Gittiğimde babanın bir görüşmesi olduğu için ben Elif Hanımla (babanın asistanı) biraz sohbet ettik. Bana doğum tarihini sordu. Ben de herkese verdiğim cevabı yineledim; "normal şartlarda 11 Nisan diyor hesaplamalar ama tabii kesin bir şey söylemek zor..." O da "bana göre nisanı bulmaz daha erken doğum olur diye içime doğuyor" dedi. "Hayırlısı bakalım bekliyoruz beyefendiyi" dedim.. Konu kapandı.
Akşam operada o kadar hareketliydin ki.. Sevdiğini düşündük babanla. Eve dönerken benim biraz ağrım oldu. Ve gece de devam etti. Ama rahatsızlık verici derecede değildi. Zaten hamileliğimin başından beri aynı sıkıntıyı çektiğim için üzerinde fazla düşünmedim. Rahat uyudum o gece...

20 Şubat 2008 Çarşamba günü sabah uyandım. Babanın saat 11.00!de Bakırköy'de bir duruşması olduğu için o da geç uyandı. Kahvaltı ettik birlikte. Babanı uğurladıktan sonra Ayşegül teyzemi aradım. Çünkü uzun zamandır hava kar yağışlı ve yerler buz olduğu için günlerdir evdeydim ve bugün de biraz dışarıda vakit geçirmek istiyordum. "Bir kahve içeriz" dedim teyzeme o da "ben de ayakkabı bakıcam kendime" dedi. "İyi işte birlikte bakarız" dedim. Saat 11.30'da babanı telefonla aradım. Duruşmada olduğunu tahmin ettim ama yine de "ben çıkıyorum" diye haber vermek istemiştim. (Alışkanlık işte) Tabii açamadı.. Ben de 12.15'te Caroussel'de olacak şekilde evden çıktım. Yavaş Yavaş (neredeyse 25 dakikada) alışveriş merkezine geldim. Mango’nun önünde buluşacaktık teyzemle.. Daha gelmemişti ben girdim Mango'ya şöyle bir bakındım. Malum kendime birşey alamıyorum o göbekle... Tam mağazadan çıktığımda Ayşegül teyze de gelmişti. Bir iki mağazaya uğradık. Sonra da Starbuck's'a gittik. (Sana bir zarar gelmesini önlemek için çok sevdiğim kahveyi çok nadir içtiğim için Starbuck's bana ödül gibi geldi tüm hamileliğimde.) Orada otururken babanı tekrar aradım. Belki işi bitmiştir diye. Ama açmadı. Demek dedim hala duruşmada.. Sonrasında Capacity'e geçtik. Orada da iki mağazaya uğradık ve ben fazla yorulmadan eve dönmek için alışveriş fazlını bitirdik. Teyzeme "asıl iş dönüşte" dedim. "Balık alıcam Ege için akşama, bir de kremlerini falan alıcam eczaneden, artık çantayı hazırlamak lazım" dedim. Birlikte balıkçıya gittik..
İki çupra.. Sonrasında teyzemle ayrıldım. Önce annemi aradım, baktım sesi uykulu geliyor "Zeynep şimdi yattım" dedi. Kıyamadım kapattım. Ve yine babanı aradım biraz da kurdum. Başıma bişiy gelse, hala aramadı diye........ Baban yine telefonu meşgüle düşürdü. Sonra bir iki dakika geçmeden aradı. "Zeynebim kusura bakma şimdi çıktım duruşmadan, çok uzun sürdü" dedi. "Canım ben seni ilk aradığımda sancılandım, sonra apar topar hastaneye gittim, şimdi Ege kucağımda, seni bekliyoruz artık" dedim. Baban da "ooo çok rahatmış böyle" dedi. Gülüştük, biraz daha konuştuk, akşam için balık aldığımı şimdi de eczaneden senin için bişiyler alacağımı söyledim ve kapattık. Telefonu cebime koydum, belki üç belki de dört adım attım ve...
Suyum geldi. Birden bişiyler boşaldı içimden. Pantolonuma baktım bişiy yoktu ama kontrol etmeliydim. Gördüğüm ilk mağazaya girdim. (Bir Bosch yetkili satıcısı..) Adama "hamileyim, suyum geldi sanırım, tuvaletiniz nerde" diyebildim. Yukarıdaymış, çıktım. Evet kesinlikle suyum gelmişti. Babanı aradım tuvaletten, sesimden şaka falan yapmadığım çok iyi anlaşıldığından şaşırmaya fırsatı bile kalmadı. Nerede olduğumu sordu. "Hemen geliyorum" dedi. "Eve gidiyorum" dedim. Apar topar çıktım ordan, hem gözüm bir taksi arıyor hem de koşarcasına yürüyorum. Taksiye bakmaktan vazgeçtim sonunda, sancım olmadığı için yürüdüm eve kadar. Bir taraftan dua ediyorum bir taraftan düşünüyorum, doktorumu aradım hemen ama açmadı. Hastaneyi aradım ve asistanına ulaştım. Durumu anlattım. O arada Zafer aradı. Doktora ulaşmış. Evde buluşalım sonra hemen hastaneye gidelim dedik. Evde merdivenleri çıkarken ağlamaya başladım bir taraftan de bağırıyorum sen duy diye; "Oğlum orda kal, biraz daha kal, nolur" diye. Bir etek geçirdim üzerime, pembe bi çantamın içine bir havlu, çamaşır koydum ve baban geldi. Arabada bir taraftan bağırıyorum "oğlum n’olur orda kal" diye bi taraftan da ağlıyorum. Baban beni sakinleştirmek için neler neler söylüyor ama kim bilir o ne hissediyor. Arabayı öle bıraktığımızı ve hemen bir tekerlekli sandalye istediğimizi hatırlıyorum. Elimdeki pembe çantayı verdim babana ve doğum haneye gittim. Beni içeri aldılar. Baban kaldı dışarıda.. Muayene olurken hem korkuyorum ne o alacak diye hem de dua ediyorum erken doğum olmaması için. Ama ebe dünyayı başıma yıktı. "Sanırım bebek geliyor" diyince bu sefer de beni sakinleştirmek için uğraşmaya başladılar. Elimden geldiğince tutmaya çalışıyordum kendimi. sancı odasına alındım. Öncelikle birkaç ölçümün yapılması gerekiyordu. Benim ağrı şiddettim ve senin kalp atışların düzenli olacak ölçülmeye başladı. Diğer taraftan da doktora sürekli bildi verildiğini söylüyorlardı bana. İki yataklı bir odaydı ve yanımda da kırk haftasını doldurmuş ama dünyaya gelmek için naz yapan bir kıza hamile biri daha yatıyordu. Planlı bir yatıştı onunkisi. Dolayısıyla annesi, kayınvalidesi, görümcesi.. yani olabilecek herkes yanındaydı. Keyifleri de yerindeydi elbette. Bense tek başıma .. Bu durumdan da etkilenerek yanımda birilerinin olmasını istedim. Hemşirelere kocamdan telefonumu almalarını, ailemin şehir dışında olduğunu ve onlara haber vermem gerektiğini söyledim. Kesin bişiy söylemekle yükümlü olmadıklarından biraz daha beklememi, onları da telaşlandırmamamı rica ettiler. Halbuki karnımdaki adam beklemiyo, geliyo, birilerine haber vermem şart. Tabi bu arada da Zafer kayıt işlemleri ile uğraştığı için kapının önünde değilmiş. Telefon için beklemem gerekti. Yanımdaki aile telaşımı görünce hem beni rahatlatmak hem de ellerinden geldiğince yardımcı olabilmek için herşeyi yaptılar. Hatta biri telefonunu vermeyi bile teklif etti. Ama bana da kesin bişiy söylenmediği için ben de tereddütte kalmadım değil, belki doğmaktan vazgeçer.... Yanımdaki aileden birileri sürekli haber getirmeye başladı bana sonra. "Eşinin selamı var, bekliyo seni, merak etme kapıda" gibi. Ben de demek bi garip baktım ki "benim eşim olduğunu nasıl anladınız"" gibi.. Kadın bana "elinde pembe çanta olan değil mi?" dedi. Ben tabi o telaşe ile elimdeki pembe kocaman çantayı Zaferde bırakmıştım. Zafer duruşmadan çıkmış, üzerinde takım elbise, deve tüyü rengi uzun kabanı ve elinde benim pembe çantam doğum hanenin kapısında... Ağlanacak halimize gülesim geldi. Sonunda telefonuma kavuştum. Ama yine de birilerine haber vermek için biraz daha bekledik. Babamlara (çünkü onlarla ben konuşamazdım) ve teyzeme Zafer haber verdi. Ayşegül teyze hastanede odaya girince ben de biraz kendime geldim. Yalnız değildim en azından. Tabi bu arada sürekli kontroller ve ilaç tedavisi devam ediyordu. Doktorum ağrıları en aza indirmek ve böylelikle Ege'yi biraz daha içeride tutabilmek için damardan verilecek bir ağrı kesici uygulanmasını söyledi. Ege içerdeyken onun akciğerlerini kuvvetlendirecek başka bir iğne daha yapılacaktı. Böylece ilk hedef belirlendi. 12 saat. Yapılacak ağrı kesicinin bazı yan etkileri vardı. Kalp çarpıntısı ve sıcak basmasına neden oluyordu. Ağrılarımın artması nedeniyle dozajı arttırmayı önerdiler. Ama benim duruma dayanıp dayanamam da söz konusuydu. Elbette "elimden geleni yaparım" dedim ve normal şartlarda dakikada 4 damla kana verilen ilaç bana dakikada 36 damla verilmeye başlandı. Korkunç bir çarpıntı, içimden gelen bir alev topu ve tüm gece ve ertesi gün boyunca durmadan titreyen ellerim, kafam, şiddetle atan şah damarım... Belirli aralıklarla karnıma bağlanarak ağrı ve kalp atışlarımı ölçen o aletin bağlı olduğu monitördeki değerlerin her yükselişinde nasıl dua ettiğimi bir Allah biliyor. Ağrı değerinin her yükselişinde Ayşegül teyzenin kendini parçalamasını da unutamam. Kafamı o monitörden çekmem, olumlu şeyler düşünmem için konuşmadığı konu, yapmadığı şey kalmadı... Yanımdaki hamile 40 haftasını doldurmuş epidural normal doğum için hastaneye yatmıştı. Fakat bebeğinin kordona dolanması ile ilgili sorunu nedeniyle doktoru sezaryene alınmasına doktoru karar verdi. Tüm gün o ağrıları çekmiş ve sonunda da amacına ulaşamamış olmanın verdiği stresle ağlamaya başlayan kıza elbette hem doktoru hem de tüm aile bireyleri telkinlerde bulunuyordu. Dayanamadım... Perdenin arkasından "Daha kötü de olabilirdi, yanı başındakilere bak ve daha zor durumda olanları görüp hayırlısı bu de" dedim. Haklı olduğumu söyleyebildi sadece... Doğuma giderken beni üzdüğü için özür bile diledi. "Küçük hanıma selamlarımı ilet" dedim...
Böylelikle saat 15.30'da geldiğimiz hastanede 7 saati tamamlıyorduk. Yanımdaki hastanın çıkmasıyla Zafer'i de görebildim. Sonrasında abim de sancı odasına geldi. Babamlar da çoktan yola çıkmışlardı. Bir şoförle geliyorlardı...

21 Şubat 2008 saat 01.30'da babam ve annem de odaya geldiler. Yüzlerindeki endişe, titrememin verdiği merak, anne babalığın ne kadar zor olduğunu bir kez daha düşündürdü. Şu an oğlum için çektiklerimin belki daha fazlasını onlar hem benim için hem de torunları için yaşıyorlardı. Gece boyunca annem ve Zafer kaldı yanımda. Sabah saat 04.30'da Ege'nin akciğerlerini geliştirmesi amaçlanan iğnenin son iki dozu da yapıldı. Böylelikle ilk hedefi aşmış olduk. Uyumayı, içinde olduğum durumdan biraz olsun uzaklaşabilmeyi çok istedim ama başım her kalp atışında öyle bir sarsılıyordu ki bu imkansızdı. Saatlerdir kımıldamadan aynı şekilde yatmak da belim ve bacaklarım için ayrı bir acı veriyordu. Ama Ege için daha fazlasına ihtiyacımız var deseler "daha ne yapabilirim" demekten kendimi alamazdım kesinlikle. Gerçeğini hiç görmediğim, sadece ültrasonda ellerini, ayaklarını, başını seçmeye çalıştığım, her gün konuştuğumda sesime tepki verdiğini düşünüp mutlu olduğum içimdeki bir canlı için bu kadar fedakarlık ne ki... Ya Zafer.. Benim hissettiklerimin yarısı bile hissetmeden hem benim hem de onun canı için kendini karşımda güçlü tutmaya çalışan ama gözlerinin içinde korkunun en gerçeğini gördüğüm babaya o kadar çok şey borçluyuz ki oğlum...
Sabah 10.00 civarında geçen doktorum öncelikle ültrasonla bebeğimiz kontrol etti. Çok kesin, düşünmeden konuştu. Amniyo sıvısı neredeyse kalmamış, bebek de hala başı yukarıda pozisyonda. Bu nedenle sezaryen yapılması uygun. Epidural konusunda danışmak istedim. Belki bebeğimi doğduğunda görebilirdim. Bana "Tam olarak nasıl bir durumla karşılaşacağımızı bilmiyoruz, ilk doğum için kötü bir deneyim olabilir, ben önermiyorum" dedi. Kabul etmekten başka çarem kalmadı. 14.00 gibi doğuma alınacağımı söyledi. Evet artık dönüş yoktu. Ege bey geliyordu hem de olması gerekenden 7 hafta önce. Doktora nedenini sorduğumda "kesinlikle" demişti "ne senle ne de onunla ilgili bir sorun yok, yani hatanız yok". Ama nasıl, neden, ne yapmıştım, kendime ve ona çok mu kötü bakmıştım, yoksa çok mu iyi...

Artık bunları düşünmenin de bi anlamı yoktu. Doğumu beklemeye başladım. Çarpıntı yapan ağrı kesiciyi kestiler. Etkisi yavaş yavaş geçiyordu ama içimdeki sıkıntı da ters şekilde artıyordu. Yine de elimden geldiğince olumlu düşünmek için kendimi resmen parçalıyordum. (Şimdi olduğu gibi) Ameliyat için son hazırlıklar, Zafer, annem, babam, Ayşegül teyzem ve abimim iyi dilekleri ile girdim ameliyathaneye. Karnımdayken iyi ki sonuna kadar hamileliğimin tadını çıkarmışım diye dua ettim, ondan ayrılmayı hiç istemiyordum aslında. Çünkü hep yanımda olduğunu bilmek, her hareketinde onu hissetmek, yediğimiz içtiğimiz ve hissettiğimizin ayrı olmaması müthiş bir duyguydu. Ama o bana gelmek için çoktan kendini hazırlamıştı. Öyleyse başımın üstünde yeri vardı... Ameliyat sonrasında narkozun etkisinin zamanla geçmesi ile acı hissetmeye başladım.

Evet bitmişti. Küçük bey artık benimle değildi. Özgürlüğünü ilan etmiş, fırlama oğlum şu an muhtemelen yoğun balımda idi... Hemşireyi çağırdım yanıma, iyi olduğumu, kendime geldiğimi söyledim. Birazdan odama geçirileceğimi söyledi. Ameliyathaneden çıktığımda herkes bıraktığım gibi endişeliydi ama yadsınamıcak bir fark vardı. Buruk da olsa SEVİNÇ. Çünkü Ege doktorların düşündüklerinden daha sağlıklıydı. 14.27'de doğmuş, kameramızla ilk dakikaları çekilmişti. Ben odaya geçtiğimde herkesle ilk görüntüleri izledik. Kendinden makas alan doktora sinirlenen, erkek olduğunu göstermekten çekinmeyen bir cevahir. Yaşamla savaşı benden ayrı olarak başladı işte oğlumun.


Bugün 26 Şubat 2008 Salı. Saat 20.05. Oğlum Ege, dünyadaki beş gününi geride bıraktı. Hala yoğun bakımda. Servis daha sakin olduğu için onu görmeye geceleri gidiyoruz. Böylelikle içeride daha uzun süre kalabiliyoruz. Her gün iyiye giden olumlu şeyler duymak için nasıl dua ediyorum anlatamam. Moralimi yüksek tutup ona iyi görünmeye çalışıyorum, bir de tabi sütümün kesilmemesi için hep iyi şeyler düşünmeye gayret ediyorum. Şu an 3 saatte bir 3 cc süt ile besleniyor, midesine indirilmiş bir hortumla. Burnundan verilen oksijen dün alındı. Şu an kendi kendine nefes alabiliyor. Dün gittiğimde parmağımı emdi. Çok güçlü. Burnunda hortumdan ve elleri ile ayaklarında iğnelerden kaynaklanan yaralar ve minik morluklar var. Ama görmemeye çalışıyorum. Her gittiğimde konuşuyorum. Masaj yapıyorum. Çok özledim seni Ege.

Zaferle doğumdan önce ismi konuşurken aramızda şakalaşırdık. Baban, Kızılderililerde olduğu gibi "önce bir kahramanlık yapsın, ismini sonra koyarız" derdi. Sen en büyük kahramanlığı yaptın hepimize göre, sağlıklı her gününde de yapıyorsun. Kuralların dışına çıkıp herkese meydan okuyorsun. Allah’ım bu gücüne hep güç katsın, her gün daha iyi olman için hepimiz dua ediyoruz. Senin ismin gibi ulu, büyük, kocaman bir adam olduğunu görmek için sabırsızlanıyorum. Çok ve güzel yaşa Egecim...

İşte bu senin doğum maceran... Yaşam maceranı birlikte paylaşmak çooooooooooook güzel olacak...




5 yorum:

  1. Canim,seni cok iyi anliyorum.Ben de premature bebek annesiyim.Sorunlar farkli ama yasananlar ayni.
    Ege´nin dogum gunu kutlu olsun.En guzel gunler yasayin hep birlikte.
    Ege´yi opun benim icin.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  2. Ege'yi doya doya, zevkle öptüm :) umarım hep çocuklarımızın güzel, mutlu günlerini görürüz.
    sevgiler..

    YanıtlaSil
  3. Nasıl tüylerim diken diken oldu nasıl bir duyguyla gözümden dökülen yaşlarla okuduğumu ancak siz anlarsınız!.. benim detayları ile anlatmadıım hislerimi duygularımıda yazmışsınız..
    Her zaman herşey yolunda gitmiyor, öyle olsaydı elimizdekilerin değerini belki bu kadar iyi anlayamazdık, kendimizi suçlamakla veya nedenlerini düşünmekle gecen zamanlar bu yaslarını gördüğümüzde yerini vardır bir hayır dedirttiriyor.
    Rabbim mis kokulu tüm evlatlarımızı korusun

    Sevgilerimle

    YanıtlaSil
  4. üzerinden epeyce gecmiş bir yazı fakat ben yeni gördüm.. kuzenim 6 bucuk aylık bir bebek dünyaya getirdi ve ada'mız şu an hastanede yaşam savaşı veriyor yaklaşık 1 aydır.. umarız sağlıkla gelişimini tamamlar ve Ege abisi gibi kameralara mutlulukla gülümser..
    Allah birlikte nice seneler nasip etsin.. Öpün ege'yi benim için de :)

    YanıtlaSil
  5. Dünya küçük ve her ne kadar uçsuz bucaksız görünse de internet dünyası da çok büyük değil. Bugün ege ile ilgili bir şey ararken tesadüfen bloguna ulaştım. Ege'nin doğum macerasını ne güzel anlatmışsın. Tebrik ederim. Tıpkı babası ve annesi gibi Ege'ye de gülmek çok yakışmış. Zaferle sana mutluluklar dilerim... (Selçuk İletişim'den Onur :))

    YanıtlaSil